KIBRIS’TA İŞ GÜCÜ ve SINIFSAL MÜCADELE
İş mevzuatı’nın politik taslağı
Kıbrıs’ın 2004’te Avurpa Birliğine girmesiyle beraber iş ilişkilerinin esnekleştirilmesi için baskılar artmış bulunmaktadır. Son on yılda neoliberalizmin dünya çapında “göreceli” tavizler vermesine rağmen, işçi piyasasının gevşekleştirme hedefi hala daha gündemde olup, ayrıca hem sosyal demokrat programlarda yer bulmayı hem de bir avrupai prensip haline gelmiyi başarmıştır.Tabii ki bu konunun içeriği yani esnek sosyal güvenliğin anlamının yorumu ve kendine yüklenen manalar önceden belirlenmiş olmamakla beraber, aynı anda kesintisiz bir ideolojik ve politik bir savaşın konusu haline gelmiştir.
Iş ilişkilerinin esnekleştirilmesi Kıbırs’ta dikkat çekecek derecede yavaş bir ritimle ilerlerken, iş ilişkileri düzeni tüm bu uyumu bozmaya yönelik olan beklentilere karşı dayanıklılığını kanıtlamaktadır. Yarı zamanlı, mevsimlik ve geçici işlerdeki küçük artışa; ayrıca taşeron sozleşmeli ve parça işlerdeki genişlemeye; buna ek olarak tele-işlerin ve ücretli çalışma sisteminin ortaya çıkışlarına rağmen işte esneklik Kıbrsı’ta hala daha egemen düzenin yerini alamamıştır. Yoğun senidkalizm hala daha ayakta durmakta ve, sermayanin çıkarlarına yönelik reformizm ve var olan uyumu bozma hareketleri hala daha sendikalist hareketin direnişiyle karşılaşmaktadır.
Sonuçta reformlar için önkoşul olan iş ilişkilerinin kollektifliğinin bozulmasına yönelik eyilimler doğal olarak hem kamu hem özel sektörde gözlenmekle beraber büyümektedirde. Kişisel sözleşmeler çoğalmakta ve toplu sözleşmeler bilinmezliğe itilip sakınılmaktadır. Çalışan- işadamı modeli “hizmet sektörü” içinden öne sürülmekte ve ayrıca, sosyal sigortanın riski ve maaliyetinin sorumluluğunun işverendenn işçiye aktarılması modeli de ortaya konulmaktadır. Fakat toplu sözleşmelerden kaynaklanan işçi haklari ve kazanımları, işverenlerin baskılarına rağmen, Kıbrısta’ki çalışanların çoğu için geçerli olmaya devam etmektedir.
Peki daha çok geçlikden gelen ve artık işçi hak ve kazanımlarının tadına varamayan önemli azınlığa ne oluyor? Peki ya sendikalist örgütlerde bulunmayanlara, 13. maaş alamayanlara, ihtiyaç sandıksızlara ,ödenekli izinleri olmayanlara, fazla çalışıp mesaiyisi ödenmeyenlere, sürekli bir işsiz kalma tehdidiyle patron terörüne maruz kalanlara ve son olarak işsizlik ve kötü ödenekli iş arasında gidip gelen güvenliksiz işlerde çalışanlara? İş hiyerarşisinde dipte bulunan beyan edilmemiş ve garyrı resmi bu işçiler genelllikle sendikal hareket tarafından bile tanınmıyor.
İşçi gücünün uluslararasılaştırlması(enternasyonalizmi) ve uzantıların politikaları
Bugün Kıbrıs’taki,yeşil hattın kuzeyi ve güneyindeki, işçi sınıfının büyük bir kısmı Kıbrıslı olmayan Türk ve Yunan pasaportaları taşıyan işçilerden oluşmaktadır. Eğer bunlara Afrika ve Asyadan gelen ve sadace hayatta kalmak için çalışan öğrencileri, ayrıca güneydeki doğu avrupalı işçileri de eklersek Kıbrıs’ta artık bir Kıbrıslı işçi sınıfından değil çokmilletli bir işçi sınıfından söz etmemiz gerekir. Bir kaç istisna dışında sendikalist hareket yabancı işçileri içine almakta ve onlara haklarını güvence altına almakta güçsüz kalmıştır. Ve bunun sonucunda iki farklı rütbelere sahip işçiler yaratılmıştır. PEO ve SEK’in yabancı işçilerin ucuz iş gücü durumuna düştüğünü vurgulamaları da yeterli değildir. Burda istenen sendikaların katkıda bulunmaları ve böylece yabancı işçilerin kullan-at ve sömürüye tamamen açık iş gücü olmakdan çıkmalarıdır. Tabii burda bahsedelin işçilerin sadece kağıt üzerinde sendikalist hareketde yer almaları değil gerçekden bir parçası olmasıdır.
Kıbrıs topraklarında işçi sınıfının çokuluslu olduğu andan itibaren, onun sendikal temsiliyeti de bu cokulusluluğa uymalıdır. Büyük sendikal örgütler bu davetin üstesinden gelebilirler mi? Geçen yılların bize gösterdiği üzere herhalde gelemezler.Göçmenlerden önce kadınların kitlesel olarak işgücü piyasasına girişine şahit olmuştuk. Fakat işgücünün bileşimindeki bu değişim de ezici çoğunlukla erkeklerden oluşan sendikal düzeyde damgasını vuramamıştı. Peki o zaman yıllar boyunca cinsiyet üzerinden ayrımcılıkla hesaplaşmayı ve kurumsal ataerkilliği devirmeyi başaramamış bir sendikal hareketten söz ediyoruz.Hal böyleyken bu hareketin neden bir gün, samimiyetle, milliyet merkezli önyargıya ve kurumsal düzeyde bir ırkçılığa karşı çıkacağını umalım?
Resmi bir sendikalist hareketinin içinde bulunmayan onbinlerece göçmenin ve Kıbrıslı gencin varlığı(mesela toptan perakende ve hizmet sektöründe çalışanlar), bize sendikal hareketin rolu ve durumu hakkında tekrar düşünmemizi ve değerlendirmemizin gereklilğini gösteriyor. mevcut sendikal hareket çokkültürlü bir şekilde işlemiyorsa o zaman biz de alternatif sendikal bir hareketin yaratılmasına doğru yönelmeliyiz. Yeşil hattın kuzeyindeki ve güneyindeki bulunan işçi sınıfını ve göçmenleri temsil eden bir alternatif sendikal hareket.
Tabii ki bu şu an başarılamaz ve tabansız gözüken uzun müddetli stratejik bir hedef olarak güzüküyor. Fakat işin özgürleştirilmesi nihai amaç olarak hala daha duruyorsa, o zaman örgütlü bir sendikal mücadele tek yönlü bir yoldur. Ve tarihsel olarak da işçlerin antiotoriter örgütlenme modelleri mevcuttur. Mesela Wobblies’ler dil, meslek farklılıklarını ve coğrafik uzaklık engellerini aşıp kapitalizmi devirmeye yönelik bir araç olarak “büyük bir sendika” kurmayı başarmışlardı. Industrial Workers of the World (IWW), Amerikan işçi sınıfının içinde Amerika Sendikalar Federasyonuna karşı radikal bir kutup yaratmadan yüzyıl önce, maaşlı işin ortadan kaldırılması için yüzbinlerce vasıflı ve vasıfsız işçiyi çok keskin şartlar altında örgütlemeyi başarmışlardı. Aynı model son yıllarda da Avrupadaki sosyal güvenlik politakalarına karşı hareketlerde de kendini göstermiştir. Bu model her zaman akılda çokkültürlük gerçekliğini tutarken aynı zamanda da sınıfsal mücadeleyi ve işçi enternasyonalizmini insanlığın tümden azad edilmesi için bir araç olarak en öne koyar.
Ön planda sınıfsal mücadele
“İşçi ve işveren sınıflarının aralarnda hiçbir bir ortak nokta yoktur. ” Bir tarafdan milyonlarca çalışan açlık ve muhtaçlıkdan etkilenirken, diğer tarafda da işverenlerin hayatlarındaki herşey iyiyken herhangi bir barış varolamaz. Bu iki sınıf arasındaki mücadele, dünyanın tüm işçilerinin bir sınıf olarak örgütlenip yeryüzüyle uyum içinde yaşamak için üretim araçlarını eline alacağı va maaşlı işi ortadan kaldıracağı güne kadar sürecektir...Biz muhafazakar slogan “Günlük iş için yövmiyemiz hakkımızdır” yerine devrimci slogan “Ücretli iş ortadan kaldırılsın”ı ortaya koyuyoruz. Kapitalizmin ortadan kaldırılması işçi sınıfının tarihi bir mesajıdır.”
Dünya sanayi işçileri (IWW), Kuruluş kongresi, Şikago, 1905
Çoğu sefer sınıfsal mücadelenin bir tarihsel veri olduğunu, geçmişte meydana gelmiş bişey olduğunu ya da insanların çoğunluğunu ilgilendirmeyen bişey oldğunu farz etmekteyiz. Toplumsal bağlılık mantığı, toplumsal barış tezahürü, işçinin devlete eklemlenmesi politikası egemen düşüncelerdir. Fakat bujuva demokrasisinin yüzeyinin ötesine bakarasak burjuva sınıfının egemenliğinin temelini sınıfsal mücadelenin susuturulmasında, kamusal literatürden ve politik saheneden kaldırılmasında olduğunu saptayacağız. Fakat sınıfsal mücadele günlük hayatımızın merkezi bir boyutudur. Şu anda, burada, ofislerde, fabrikalarda, mağazalarda, hotellerde ve inşaatlarda meydana gelmektedir. Kıbrısta ve dünyada sıkça görülen sabotajlar, itaatsizlikler, engellemeler işçi direnişini gösteren fenomenlerdir ve iş sürecenin temel bir karakteridir. Ve böylece sınıfsal bilinç yoktur ya da sermaye karşısında işçi direnişte değildir tezahürleri bir mit olmakdan öteye geçemezler. İşçiler kendi çıkarlarının farkındadırlar, sömürüldüklerinin bilincindedirler ve kapitalizmin devrilmesini içten istemektedirler. Kapitalizm gerçekliğinin devamı ve tekrear tekrar üretimi şu anda tesadüfen ekonmik kriz dolayısıyla değer kaybeden mevcut sosyo-ekonomik sisteme olan inançdan gelmemektedir. Bu durum alternatif politik söylemlerin güçsüzlüğünden, sınıfsal mücadelenin başka tarihsel olgularının deşifre edilmesindeki birleştirme ve sistematikleştirmedeki güçsüzlüğünden gelmektedir.
Bu yüzden, belki de vakit bir alternatif politika söylemine başlamanın,
sınıfsal mücadeleyi gördüğümüz veya yaşadığımız anları herkese anlatmanın, düşüncelerimizi ve deneyimlerimizi tartışmanın, iş arkadaşlarımızla doğrudan sosyal ilişkiler kurmanın ve sürdürmenin, vaktidir. Böylece ve bu yolla örgütlü mücadele düşüncesini öne sürelim, direniş ağları kuralım, doğrudan ve güçlü bir şekilde sınıfsal kurtuluş için altyapılar kuralım. Sermayeye karşı duruyoruz, mücadele ve özgür bir komunizm için birer militanız. Bu mücadelenin yolu da sınıfsal mücadelenin yeni örgütlenme biçimleriyle birleştirlmesinden geçer. Bu biçimler ,yeniden ve zorla, ücretli işin ortadan kaldırılmasını politik taleplerin merkezine koyabilir.
Lefkoşa, Nisan 2009
Anarşistler Birliği